Jadeit Aswang
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 05/06/09
| Konu: Jadeit. Cuma Haz. 05, 2009 3:07 pm | |
| Karakterin;; İsmi: Jadeit Soyismi: Aérthendax Yaşı: 23 Irkı: Aswang Karakter Özellikleri: Jadeit'i tanımlamak gerekirse, en göze çarpan özelliği çift karakterli olmasıdır. Onun bu dengesiz yaratılışı yüzünden ruhsal durumu ani değişikliklere elverişlidir. Mutlu ve neşeliyken aniden suratsız ve huysuz birine dönüşebilir. Bu durumda insanların davranışlarına göre rolünü oynar ve onların üzerindeki etkisini devamlı hale getirerek onlara üstünlüğünü kabul ettirir. Kısacası ikili ve grup ilişkilerinde her daim kumanda onun elindedir. Zora düştüğü durumlarda kontrolünü ve soğukkanlılığını kaybetmeden çözüm üretebilir ve daha çok eyleme geçmeden kendi kafasında olayı analiz eder. Bunun yanında sabırsız yaradılışı yüzünden başladığı işleri yarım bırakabilir ama hayatında ters giden birşeyler olursa da buna sebebiyet vereni asla gözardı etmez. Gösterişli ve alımlı tavırlarıyla çevresindeki insanların gözlerini kendi üzerine çekmekte üstüne yoktur. Dış görünümüyle olmasa bile, mutlaka davranışları ve konuşmaları ile dikkatleri çeker. Bağımlılık, ona göre aptalların işidir. Buna ilişkin bir nesneye ya da bir varlığa bağlı kalmaktan hoşlanmaz.Yaşam ve ölüm, esrarlı oluğu için ona çekici gelir. Yaşam sadece bir yalan, ölüm ise gerçek arkadaştır onun için. Ölüm bir sondur, bitiştir, kayboluştur. Ama o asla sondan korkmamıştır. Örnek Rol Oyunu:
- Spoiler:
Günün ilk saatleri… Uyanmak için oldukça erken bir saat olduğunu bilmesine rağmen yatağın içinde dönüp durmuş, uykunun kollarında bir türlü bulamamıştı kendini. Uzun zamandır uyku konusunda sorunlar yaşıyordu,üstüne üstlük o anlamsız kabuslar yok muydu. Zaten çok nadir uyuyordu ve uyuduğu zamanda her defasında uykusunu bölen, hatırlayamadığı kabuslar… Giderek bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştı, peki ya yapabileceği ne vardı ki? Annesinin zoruyla gittiği psikiyatrisin kullanmasını önerdiği ilaçlar bile fayda etmemişti. Gerçi iki gün bile kullanmamıştı ya. Belki de ilaçları kullansa bu duruma son verebilirdi. Annesi onu bu durumda görse kim bilir nasıl söylenirdi! Ama yapabileceği hiç bir şey yoktu, en azından şimdilik. Bu sonu görünmeyen kabuslar onu derinden etkilemişti, her defasında rüyasında canlandırdığı derinden gelen seslerle dünyaya gözlerini aralamaktan usanmıştı. Başı ağrıyordu. Lanet olası kabuslar sonrasında hep ağrırdı. Soğuktan tırnak kısmı siyanoza uğramış, ince, beyaz parmaklarını alnında gezdirdi. Elleri tenine değince ne kadar üşüdüğünü fark etti. Kabuslar başladığından beri nedenini bilmediği garip bir ürperti gelirdi üstüne. Her zaman olduğu gibi baştan aşağıya titredi. Bu kesinlikle tahammül edilemez bir durumdu ve daha fazla bu soğukluğu hissetmeyi reddederek yatağından kalkıp doğruldu. Uykuya hasret gözlerini odanın küçük penceresine doğrulttu. Kasvetli bulutlar ve duman kadar yoğun olan bir sisle çevrilmişti gökyüzü. Sabah sisi gölün üzerine çökmüş, yasak ormanın yaprakları sararmaya yüz tutmuş ağaçlarını bir kalkan gibi çevrelemişti. Hogwarts’ın çevresi oldukça sakindi, belli ki herkes hala yataklarındaydı ki kim neden sabahın bu saatinden tatlı uykusundan uyanıp da, ne yapacağını bilmez halde etrafta dolansın ki? Oh, kendini aptal hissediyordu.
Odanın içinde gezinerek dolabının olduğu bölmeye gitti. Önce aynadaki yansımasına baktı bir süre. Saçları haricinde bir sorun gözükmüyordu. Dağınık saçlarına şekil vermek istercesine elleriyle birkaç kez düzeltmeye çalıştı. Güzellik onun için önemliydi ve kimseye palyaço gibi görünmeye de niyeti yoktu. Günlük giydiği okul kıyafetleri ve cübbesini sırtına geçirirken gözleri dolabın içindeki bir fotoğrafa takıldı. Elleriyle uzanarak, üzeri toz tabakasıyla kaplanmış fotoğrafı yerinden çekip aldı. Üzerine üfleyerek tozlardan arınmasını sağladı ve gözlerini fotoğrafa sabitledi. Fotoğrafta dört üyeden oluşan bir aile ona gülümsüyordu. Siyah cübbesiyle aileyi kanatları altına almış olan baba Alexander, hiçbir zaman yüzünde gülücükler eksik olmayan, alımlı ve güzel olan anne Carrie, aptal bakışlarla objektife gülümseyen abla Joleyn ve simsiyah saçları olan, hayata donuk gözlerle bakacağına yemin etmişçesine bakan Clarance Rothstein… Bu fotoğraf çekildiğinde tam on yaşındaydı ve Clarance’ın ailesiyle çekildiği sayılı fotoğraflardan biriydi. Annesi dışında ailesini sevmediği bir gerçekti. Annesi onun vazgeçilmeziydi. Karakterini onunkiyle ilişkilendirerek, bu yaşına kadar hep onun izinde yürümüştü. Annesinin gülümseyen suratına, suratında beliren tebessümle karşılık verdi ve onu ne kadar çok özlediğini fark etti. Uzun zamandır görüşmemişlerdi. Ona bir mektup yazması annesini kim bilir ne kadar sevindirirdi. Mektup yazmaktan her ne kadar hoşlanmasa da bunu annesi için yapabilirdi. Dolabın kenarındaki çantadan bir parça parşömen ve tüy kalemini alıp masanın başına geçti. Bir an aklından ne yazabileceğini geçirdi ve aklından geçenleri kağıda dökmeye başladı.
‘Az önce çekildiğimiz son fotoğrafa bakınca seni ne kadar özlediğimi anımsadım. Ne kadar masum bir aile tablosu! Eğer o fotoğrafı çektirmem için zorlamasaydın, hayatta ablamla aynı karede bulunmayacağımı biliyorsundur. Zaten sen olmasan o ailede bulunacağım bile şüpheli, sırf senin için katlanıyorum. Neyse bunları konuşmak için yazmıyorum. Biliyorum, işlerin yoğun olduğundan pek görüşemiyoruz fakat Noel’de eve dönmeyi planlıyorum. Hogwarts’ta pek arkadaşım olduğu söylenmez, hepsi çocukça davranıyor. Yaşı gereği davranan bir kişinin bile olduğunu görmediğime yemin edebilirim. Bunun haricinde son zamanlarda uykusuzluk sorunu yaşamaktayım, bildiğin gece nöbetleri. Bunu duymak seni endişelendirecek ama bilmen gerektiğini düşünüyorum. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle, seni özleyeceğim anne.
~ Clarance’
Clarance mektubu tekrar okuduktan sonra burun kıvırdı. Evet, biraz duygusal olmuştu ama bunlar tamamen içinden gelmişti ve annesinden çekinecek halide yoktu. Parşömeni kabaca kıvırıp cübbesinin derin cebine sokuşturdu. Ayaklarının arasında hissettiği sıcaklıkla irkiliverdi. Ayaklarına doğru eğilince sahibi üçüncü sınıftan sarışın bir kız olduğunu bildiği kahverengi tüylü bir kedi, ayaklarına sürtünmeye başlamıştı. Belli ki ilgi bekliyordu. Kedinin tüylerinin yumuşaklığı onu rahatlatsa bile, bu rahatlık hayvanı ittirmesini engelleyemedi. Faresi Axe haricinde hayvanlardan her zaman nefret etmişti. Axe ise on birinci doğum gününde annesi tarafından hediye edilmişti Clarance’a. Bir bakıma onun hayatında değeri vardı. Bunları düşünürken birden vücudunda hissettiği soğukluk yerini sıcağa bırakmıştı. Şakaklarından zonklayan acıyı hissediyordu. Ama o soğukluk yerine acı çekmeyi bile göze alabilirdi. Bunun için Tanrı’ya minnettardı. Soğukluğu giderdiğine göre artık baykuşhaneye gidip mektubunu annesine yollayabilirdi. Yatakhanenin kapısını çekerek ortak salon merdivenlerinin yolunu tuttu. Ortak salon bomboştu. Odanın içerisinde yanan şömine yüzünden içerisi havasızdı ve bu havasızlık başının dönmesine neden oluyordu. Daha fazla havasızlığa dayanamayarak ortak salonun kapısına ilerledi. Parolanın sözcükleri ağzından çıkar çıkma kapı ardına kadar açıldı. Artık gidebilirdi.
~~ Giriş kapısından çıktığında havada ki sisin dağılmış olduğunu farketti. Yasak ormanın sık ağaçları biraz daha belirginleşmişti. Ama o her zaman sisten yanaydı. Sisli havaları severdi. Genellikle sisin içinde saklanır, görünmezi oynardı. Bazen yalnızlık vazgeçilmezi oluyordu, ama şuan yalnızlığına küfrediyordu. Son zamanlarda sıklaşan kabuslar hayatını olumsuz etkilemişti ve artık ciddi anlamda birine ihtiyacı vardı. Kendini hiçbir zaman böylesine küçük görmemişti, ama kimseye de onunla arkadaşlık etmesi için yalvaramazdı. Düşüncelerinden sıyrılarak tekrardan bulunduğu konuma döndü. Baykuşhanenin taş merdivenlerini ikişerli çıkarak kirişten atladı. İçeri girer girmez ciğerlerini saran kokuyla parmaklarını burnuna götürdü. ‘Bu ne pislik böyle?’ diye geçirdi içinden. Ee, kokmayacağını düşünmesi aptallık olurdu zaten. Neyse ki işim uzun sürmeyecek diye düşündü ve elini pantolonunun cebine daldırdı. Mektup? Mektubu neredeydi? Düşürmüş olamazdı. Endişe içinde etrafa göz gezdirdi. Yok, yok, yok! Onu kimse bulmamalıydı, bu Clarance’ın karakteriyle zıt düşen duygusal mektup kimsenin eline geçmemeliydi. Alelacele kapıya doğru yöneldi, dışarıya çıktığında cebinden kayıp düşmüş olabilirdi ya da Hogwarts içinde. Hayır, hayır olamaz! Suratında hissettiği acıyla kaskatı kesildi. Yüzündeki zonklamaya birde yanma hissi eklenince iyice çileden çıkmıştı. Neydi şimdi bu? Gözleri hala kapalıydı ve darbenin nerden geldiğini öğrenmek için gözlerini araladığında karşısında duran çocuğa bakakaldı. “Sanırım bu kısımda birbirimize aşık olmamız gerek ama siz nedense kafamı kıracakmış gibi bakıyorsunuz, yoksa ben mi öyle bir izlenime kapıldım. Canınızı yaktıysam özür dilerim yardımcı olayım. " Ne? Kafasını kıracak gibi mi bakıyordu? Aptal! Karşısında durup özür dilercesine bakan çocuğu tanıyordu. Evet, bu çocuk uzun süredir Clarance’ın arkadaşlarının beğendiği çocuktu. Uzun süredir bakıp, kıkırdaşıyorlardı. Clarance’ın ise hiçbir zaman umurunda olmamıştı. Arkadaşlarının abarttığı kadar var mıydı ki? Çocuğu incelemeye koyuldu. Düz, açık kumral saçlar, yüz hatlarıyla uyumlu oldukça belirgin gözüken ela gözler ve dikkat çekecek derecede ki uzun boy. Kızların arzulayacağı tiptendi. Belki de dedikleri kadar vardı ama o herkesin sahip olmak isteği bir şeyi asla kabullenemezdi. Ama sırf kendini kanıtlamak uğruna ona sahip olabilirdi. “Gördüğüm üzere espri yeteneğin oldukça gelişkin, kızlarda bundan hoşlanıyor olmalı. Ama şuan hiç çekecek durumda değilim. Oh, hayır yardıma ihtiyacım yok ama umarım bir dahakine daha dikkatli olursun. Her neyse adım Clarance, Clarance Rothstein. Kötü bir tanışma oldu, öyle değil mi?” bulunduğu konum karşısında kendini tutamayarak gülmeye başladı. Canı acıyordu fakat bu umurunda bile değildi artık.
| |
|
Marcus Vampir
Mesaj Sayısı : 29 Kayıt tarihi : 04/06/09 Mücadele Tarafı : Vampirler. En Belirgin Özellikleri : Korkusuz, zeki.
| Konu: Geri: Jadeit. Cuma Haz. 05, 2009 3:36 pm | |
| | |
|